10 Kasım 2023 Cuma

Atatürk'ün Ölümünün 85.Yılı Ardından...

 Becerebilirsem bu duygu ve düşüncelerimi daha düzgün bir hale getirip, youtube'a da anlatarak videosunu çekmek istiyorum aslında.

Şimdi doğruya doğru.. İlk ve orta okuldayken yoğun bir Atatürk eğitimine maruz kaldık. Her sene baştan başlayan veya farklı yönleriyle ele alınan Atatürk bende daha çok ezber konusu olmuştu. Çocuk aklıyla çok fazla anlamamış, anlamaya da çalışmamıştım. Daha çok ezber ve ders geçebilmek için bilinmesi gereken bir şeydi.

Büyüdükçe çocukluktan gençliğe geçiş, idealist ve işini seven öğretmenlerimizin de katkılarıyla konuyu daha iyi anlamaya başladık. Ama yine de asıl aydınlanmam, artık oy kullanmaya başlamak ve ülke yönetiminde benim de söz sahibi olduğumu idrak etmemle birlikte oldu.

İşte o zaman yavaş yavaş Atatürk'ün ne kadar büyük işler başardığını anlamaya başladım. Çok geç bir aydınlanma diyebilirsiniz. Gün geçtikçe de artıyor. Her yaşımda, her döneminde farklı bir yönünü düşünürken buluyorum o zaman olan olayların. Tarih sayfalarında anlatılanları artık bir masal veya ders konusu gibi dinlemek yerine aslında ne kadar gerçek olduğunu idrak ediyor insan. Hele ki, artık tarih sayfalarında kaldığını sandığımız savaşların mütemadiyen tekerrür etmesiyle.

Her neyse. Daha önce de bu benzetmeyi yapmışımdır. Yapmadıysam da, ya da ilk kez buradan okuyorsanız buyrun devam edelim. 80'lerde doğanlar için 2000'ler, milenyum çok şey ifade ediyordu. Rakamsal büyük dönüşüm bir yana, bir yüzyılın kapanışı yeni yüzyıla tanıklık etmek.. Derken şu basit gerçeği fark ettim.
Atatürk'ün 19 sayısıyla mucizesini duymuşssunuzdur. 1881de doğması, (19un katı), 19 yaşına geldiğinde, takvimlerin 1900 yılını göstermesi. 1919'da Samsuna ayak basış. 1938'de hayata gözlerini yumması. 3x19 dönem yaşamış diye düşünülebilir. 19, 38, 57 yaşında da ölmüş.
Bir dakika dedim. Doğduğu yılları gösteren sayıda baştaki iki rakamı atacak olsak o da 80'lerde çocuk olmuş, genç olmuş, ben de.. Kıyaslamak o kadar kolay ki aslında.

1881'de doğmuş, 1978'de doğdum. Benden 3 yaş küçük sayılır aynı yüzyıla denk gelseydik. Evinden uzakta Askeri lise, yatılı okul, Osmanlı İmparatorluğu, ben ise onun başkent yaptığı şehirde ailemin yanında, Türkiye Cumhuriyetinde bir özel okulda okudum. 1900'e geldiğinde yeni mezun, ben 2000'lerde üniversiteden mezun olmaya çalışan bir genç. Ülkede savaş veya düşman işgali yok. Sadece hayata atılma gailesi var bende. 1919 geldiğinde Bandırma vapuru ile Samsun'a gidişi. 2019, ben ise gele gele Almanya'ya geldim. Benimkisi kişisel/ailesel hedefler uğruna tabiki. O anlamda kıyaslamıyorum. Bizde yaşanan en olağan üstü durum, Corona salgınıydı. Onlarda savaş da vardı, İspanyol Gribi de. 1919 ile 38 arasında ise, biliyoruz ki kongrelerle başlayan Kurtuluş savaşı, savaşın kazanılması, sonra da savaştan yeni çıkmış bir milleti, maddi manevi en baştan yapılandırılması. Artık sadece bir asker değil, bir devlet adamı olduğunu öğrendiğimiz, anladığımız yıllar. Stratejist, satrançtaki 20 hamle ilerisini görebilen bir vizyon. İlmek ilmek çalışmış, adım adım, düşmanının bile saygısını kazanarak, ülkeyi bambaşka bir boyuta taşımış. Bu yüzden çok utanıyorum karamsarlığımdan. Bana göre bugün ülkenin düze çıkması için 10 belki 20 yıla ihtiyaç var. Bugün atılacak doğru adımların meyvesi (eğitim, sağlık, ekonomi reformları) sonuçlarını ancak 15-20 yılda verecek. Oysa Atatürk kendi ömrü yetecek mi bilmeden, düşünmeden atmış adımları. 10 yıl, 20 yıl dememiş. Karamsarlığa da düşmemiş. Üstelik bugünkü imkanların 10,da biri yokken. Borçlar var, eksikler var, bugün ben eğitim kötü diye düşünüyorum, o zaman neredeyse eğitilecek genç nesil kalmamış anadoluda savaşlar yüzünden. kısacası istenilenlerin olmaması için ne gerekiyorsa var. Çıkışın belki de bir doğru yolu vardı ve her adımın doğru atılması gerekiyordu. Ömrü yettikçe de gereken adımların hepsini bir bir atmış.
Sonuç mu? İşte bugünkü Türkiye. Ülkenin fabrika ayarlarına dönsek, yeni bir yol aramaya da gerek yok. İlimi, bilimi, eğitimi, öğretimi düstur edinsek, o zamanki kalkınma bugün de pekala sağlanabilir. Daha iyisi de yapılabilir. Adam illa benim yolumdan da gidin dememiş aslında. Yol göstermiş. Söylediklerim ilimle bilimle çelişirse, siz yine orayı seçin demiş. Ama işte ah.. içimizden aşağı çekenler.
Bir de kapanışı şununla yapmak istiyorum. Atatürk bende ne kadar büyüdüyse, ben büyürken, beni bir o kadar şaşırtan şunlara da rastladım. Ben çocukken onu eleştirmenin E'si bile sesli söylenemezken, gazetelerde çarşaf çarşaf ilanlar gördük. Televizyonlarda ben sevmiyorum, zorlamı diyenleri gördük. "Türkiye cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz" dediği ülkede tarikatlar yüzünden darbe kalkışması olduğunu gördük. Nasıl allak bullak oldum, gözlerim gördüğüne, kulaklarım duyduğuna inanamadı. Atatürk'ün kurduğu Türkiye'de konuşuluyor olamazdı bunlar. Normal değildi. Bana böyle öğretilmemişti. Ama bu acı gerçeği de öğrenmek zorunda kaldım. Atatürk bana ne kadar yüce anlatılıyorsa, başka meclislerde de bir o kadar kötü anlatılıyormuş meğer. Başta şok edici olsa da, bunları da duymak, öğrenmek, anlamak gerekiyormuş meğer. Seveni kadar olmasa da sevmeyeni de varmış meğer. Üzüldüm. Bana anlatılan ve benim algıladığımın tam zıttı bir Atatürk portresi de varmış. Hatta adı da Atatürk değil, sadece Mustafa Kemal'miş. Çünkü o bizim Ata'mız olamazmış. Üzüldüm, bu öğretileri kimin neden ve nasıl yaydığına. Ama anlamaya da çalıştım. Canım acısa da, duyduklarıma üzülsem, sinirlensem de dinlemeye zorladım kendimi. Çünkü orada bambaşka bir hikaye vardı. Aynanın diğer tarafındaki insanlar da, onlara anlatılan Mustafa Kemal'e son derece hiddetle ve emin bir şekilde düşmanlıkla bakıyorlardı. Açıkcası sükunetle onları da kazanabilmeyi çok isterdim. Fikirlerinden vazgeçeceklerini sanmıyorum ama yine de denemek isterdim. Benim ekstra bişey yapmama gerek yok diye düşünüyorum. Sadece gerçek Atatürk'ü tanımak, din ile devlet işlerinin ayrılmasının, halifeliğin kalkması, bilimin, öğrenimin, arap harflerinin kalkmasının bir hata olmadığı, aksine bilinçli ve gerekli olduğu doğru anlaşılsa yeter.
Çok zorlu şartlarda çok büyük işler başarmışsın Ata'm. Sana ne kadar teşekkür etsek azdır. Ölümünün 85.yılında bir kere daha hasret, minnet ve sevgiyle anıyoruz. Mekanın cennet olsun. 10 Kasım'ların klasik marşı, "Ata'm sen rahat uyu, bekçisiyiz Cumhuriyet'in..." diyoruz demesine hala da, ülkede bir çok yanlış giden şeyde artık bizim de payımız var. Doğrusunun yapılmasını sağlayamadık gibi geliyor bana. Sen rahat uyu ama biz artık rahatı bırakıp biraz daha kendimize gelsek iyi olacak gibi.