13 Kasım 2011 Pazar

Ben Diyorum 33, Onlar Diyo 34.. :(

Bu seferki çok zor bir yazı olacak. Elim varmıyor yazmaya, dilim varmıyor söylemeye. Yazmak istemiyorum. Bir yere gitmek istenmediğinde “ayakları geri geri gitmek” deyimi kullanılır. Benim her yerim geri geri gitmek istiyor. Yani bir yandan bakıyorum, artık adet olmuş doğumgünü yazıları yazmak. Diğer yandan bakıyorum, artık doğumgünlerinin kutlanmayacağı, kutlamak istemediğim yaşlara gelmişim. Artık kendi doğumgünümü unutup, çocuğumun doğumgününü kutlamak istediğim yıllardayım. Bu ve önceki doğumgünü yazılarımda yazmış olduğum gibi..


Neyse, geleyim bu senenin muhasebesine. Ne kattı, ne değişti? Düşün düşün.. Yoktur?!? işin. :P En sonunda bu anafikri buldum: son bir yıldır artan bir ilgiyle takip ettiğim dart oyunu ve müsabakaları üzerinden bir örnekleme yapacağım. Haftasonları dart-barlarda yapılan turnuvalar (eğlence amaçlı) 2 elemeli bir sistemle oynanır. Oynayanlar bilecektir. Diğer spor müsabakalarında da zaman zaman kullanılan bir yöntemmiş. Kısaca; turnuvaya katılan oyuncu(lar) bir kez yenilene kadar Winner kategorisinde kazananlar arasında yükselerek ilerler. Bir maç bile kaybeden, Loser kategorisine düşer ve maçlarına kaybedenler (kulübü) kategorisinde devam eder. Burada bir kez daha maç kaybetmesi halinde turnuvadan elenmiş sayılır. Kaybetmez ise, finale kadar yükselir ve loser kategorisinin birincisi olarak winner’ın birincisi ile tekrar maç yapma imkanı bulur. Kazanırsa turnuva birincisi, kaybederse ikincisi olur. İşte kendimi hayatımda bu noktada görüyorum. Bir yanda başarıyla sürdürdüğüm iş hayatım, idare eder sosyal hayatım, dostlarım ve arkadaşlıklarımla winner kategorisindeyim. İstediğim neredeyse her şeyim var. Mutluyum, huzurluyum. Öte yanda ise, iş ve diğer alanlardaki başarılarımı sağlamak için harcadığım vakit ve dikkat acaba hayatı ıskalıyor muyum sorusunu getiriyor. Belki bunun nedeni, son bir yılda izlediğim duygusal türk filmleridir: “Aşk tesadüfleri sever”, “İncir Reçeli”, “Kaybedenler Kulübü”, “Issız Adam” vb. Geçenlerde eski bir film olan “Sweet November” soundtrack’ini gördüğümde de hatırladım. O filmden de çok etkilenmiştim. Hemen hepsinin ortak noktası başarılı, istediklerine sahip ama aşk özürlü veya bir şekilde yalnız kalan, kalmak zorunda olan erkekleri konu alıyordu. Kısacası, istediğim noktada olmadığım için bu turnuvada Loser’da hissediyorum kendimi. Yani ya kaybedenlerin kazananı olacağım, ya da kaybedenlerden de elenip, tümüyle kaybetmiş olacağım. İkisi de olmayı istediğim kategori değil aslında. Winner’da ilerleyip, winner’ın birincisi olmayı isterdim elbet.

Yoldan çıkıp patikaya bir kere girdikten sonra kaybolduğunu farketmek yetmiyor. Anayolu ararken hem kaybolmuş, hem de bu sefer rotanı kaybetmiş buluyorsun kendini. Amaçsız, hedefsiz, ne yaptığını, neyi aradığını bilmez bir şekilde, ne yana baksan dağ, ne yana baksan ova.. Geçen senenin başlarını düşünüyorum; master sonunda bitmiş, hedeflerimden birini daha yerine getirmiştim. Evime hırsız gireli çok olmamıştı ama onun da izleri yok etmek adına gerekli önlemleri alıyor, kaybettiklerimi yerine koymaya çalışıyordum. Aşk hayatıma gelince, yeni bir birliktelik bulmacadaki eksik parça, tam da ihtiyaç duyduğum şeydi. Olmadı, yine beceremedim. O parçayı bana, beni o parçaya uyduramadım. Hırçın bir çocuk gibi puzzle’ı fırlattım halının üstüne. Şimdi dağılan parçalara bakıyorum, toplamaya nerden başlamalı diye. Veya toplamaya değecek mi? Bazen oyuncakların dağınık kalması daha az yorucu oluyor..

Dipnot: Blog'a Comment eklemek ile ilgili sorunun çözümünü bu video'dan izleyebilirsiniz.