5 Nisan 2013 Cuma

Kısa (Gerçek) Hikayeler 3: 1 Gezi, 4 Fotoğraf ve O Fotoğrafların Hikayeleri

Televizyon seyrediyordum, bir belgesel bir fotoğrafı, bir fotoğraf da bir yol hikayesini getirdi aklıma. Uzun süredir ara verdiğim yaşanmış hikayelerime bu vesileyle dönmüş oldum. Sıradan bir geziyi enteresan hale getiren bu anılarımı mümkünse sıkmadan sizlerle paylaşmaya çalışacağım. 
Hikaye 2007'de ilk motorumu aldığım yıllarda geçiyor. 150CC'lik Macar malı olduğu söylenen ama buram buram Çin kokan hesaplı bir motorsiklet satın almıştım. Görünüşü bir hayli güzeldi. Nikelajları, chopper tarzında pırıl pırıl bir görüntüsü vardı. Çok yavaş bir motordu. Kendi gücüyle max. 90km/s, yokuş aşağı gaza basınca bile 110'u geçemezdi. Bunun üzerinde durmamın nedeni, şehirlerarası yollarda en kötü kamyonlar bile 100'ü çok rahat geçebiliyorken sollamakta cidden zorluk çekmemdi.
Her neyse, sonuçta motoru aldığım yerde şans eseri duyduğum bir ilanla geziye gitmeye karar verdim. Motorcu ve kamp yapan fazla arkadaşım olmadığı için kendi başıma gitmeye karar verdim. Yer yakın sayılırdı, Eskişehir Kırka'da. O güne kadar adını duymadığım EMOK Motorsiklet festivaliydi. Ben duymamıştım ama 6.sı düzenleniyordu. Aşağıdaki gibi motorumu hazırladım ve tek başıma yola koyuldum.


Birinci hikaye ve birinci fotoğraf bu yola koyulmakla başlamış oldu. Eskişehir yakın sayılırdı. 2 bilemedin 3 saat sürer herhangi bir vasıta ile. Festival yeri ise Eskişehir'e gelmeden bir yol ayrımından kestirmeyle girilen bir göl kenarındaydı. Elimde festival ilanı ile yol krokisini gösteren bir broşürle yola çıkmıştım. Yol kısa diye mola da vermedim. En son Ankara-Eskişehir karayolundan ayrılmadan bir benzin almak için durdum, sonra da kamp alanı yakındır diye molasız devam ettim. En büyük hatam yanıma su almamış olmamdı. Çünkü yol uzadıkça, susuzluk, yorgunluk, dikkat dağılması.. Bir de anayoldan ayrıldıktan sonra yanlış yola sapınca yolum iyice şaştı. Macera iyiden iyiye başlamış oldu. Sürekli çatallanan köy yolları, hangi yöne gitmem gerektiğini bilmediğim, yol ayrımlarında tümüyle rastlantısal seçilmiş yönler. Hangi yol daha iyi görünüyorsa oradan devam ediyordum ama ilerde taş yol önce toprağa oradan da artık araziye dönüştü. Yolumun üzerinde yayla evlerinin olduğu bir köyden bile geçtim. Ama enteresan olan evler bomboş, in cin top oynuyor. Terk edilmiş gibi bir köy yeri. Herşey yerli yerinde ama kimse yok. Kaybolduğum aşikardı. Ama her zamanki mantığımla en kötü ihtimal geri dönerim diyordum. Sonunda karşıma uzaklarda bir araba çıktı. Arabanın içinde kimse yoktu. Yaklaşınca gördüm ki aracın sahibi arıcılıkla uğraşan bir çiftçiymiş. Tepenin yamacında kovanlarıyla ilgileniyordu. Seslenip yol sordum. Şuraya gidicem, ne tarafa gitmem gerek dedim. Geldiğim yönün tersini gösterip, aşağıda dere yolu var, oradan gideceksin dedi. Aklıma yatmadı, çünkü geldiğim tarafta öyle bir yol ayrımı hatırlamıyordum. Ama ondan iyi bilemeyeceğim için teşekkür edip gerisin geri aşağı döndüm. Bir süre aşağı gittikten sonra kurumuş dere yatağının yanından giden bir yol var herhalde diye motoru dere yatağına sürdüm. Zemin iri yuvarlak taşlardan oluşuyordu. Keşke arazi motorum olsaydı demiştim. Vadinin tam ortasındaydım. İki yanımda dik tepeler, ortasında kurumuş dere yatağı ve kaybolmuş ben. Birazdan düz bir yola çıkıcam diye düşünerek yola devam ettim. Yol giderek daralıyor, tepelerin arasında giderek daha çok kıvrılıyordu. Yani dönemecin ilerisinde ne olduğunu bilemiyordum. İşte O An'ın :

Durup bu fotoğrafı çektiğim sırada cep telefonumu çıkartmıştım. O sıra Turkcell'in reklamları dönüyor: "bir tren makinisti, sürekli yollardayız, bu tünellerde dağların arasında cep telefonu çekmez diye yakınıyor, yanında da Turkcell'in bücürleri çekey çekeyyyy diye telefon edebileceğini söylüyor ve gerçekten de çalışıyordu.." Artık ben nasıl bir yola girdiysem, o tren yolunda çekiyor ama benim elimde Turkcell sinyal bulunamıyor yazıyordu. O zaman korktum. Çünkü bi şekilde birine ulaşırım veya bi şekilde yolu bulurum diyordum. Ama benzinim azalınca, su yok, yol kötü, ben kayboldum. Artık ya çıkıcaz ya batıcaz diyordum. Geride ne olduğunu bildiğime göre, ileriye devam ettim. Sonuçta bu ilk fotoğraf ve ilk hikayemin başlangıcı olmuş oldu. Hikaye nasıl mı devam etti? Bu yol giderek daraldı ve birden bire geniş bir açıklığa açıldı. Orada rahatladım. Artık açık bir alandaydım. Tekrar düzgün yollara çıktım. Sonra başka bir köye girdim ama bu sefer köy doluydu ve işin ilginç tarafı köydeki kimse motoru ve beni yadırgamıyordu. Meğer kamp alanına iyice yaklaşmışım. Gün boyu bir sürü motorcuyu gördüklerinden şaşırmıyorlardı. Hatta yolu işaret edenler bile oldu. :) 
Sonunda kamp alanına varmıştım. Girişte kaydı yaptırdıktan sonra, bir içecek firmasının promosyonuyla karşılaştım. Güneş altında 4 saat yol gidip, aç susuz kamp alanına varır varmaz karşımda iki manken promosyon olarak Drinqa isimli içkiden ikram ediyorlardı. Votka aromalı, rakı aromalı içecekler. Ben bayıldım herhalde, baya baya halüsinasyon görüyorum dedim. O susuzlukla da ne verdilerse fondipledim. Allah'tan alkol oranı oldukça düşüktü. Etkilemedi.
Daha sonra çadırımı kurdum, kamp alanını gezdim. Ne nerededir, nasıldır, keşiften sonra sahne ve göl kenarındaki alanı gezmeye başladım.Karnımı doyurdum. 


Tek kişilik çadır ve keyfim...


Gelelim artık 2.fotoğrafın hikayesine: kamp alanında konser sahnesi düzenlenmişti ama katılımcı grupların kimler olduğunu bilmiyordum. Allah'ın Kırka'daki motor kampı, kim gelir ki, yerel gruplar falan vardır Eskişehir'den gelen herhalde, diyordum. Hava kararmaya başlayınca sağda solda Moğollar'ı duyar oldum. Öğrendim ki ilk gece Moğollar, ikinci gece Kurtalan Ekspresi çıkacak. Sevindim tabi. Eski ama güzel gruplar. Hava kararırken herkes meydanda toplandı, sahne hazırlıkları yapılıyordu. Seyyar bir sahne kurulduğundan kulis vs. yok tabi. Moğollar, Cahit Berkay ve ekibi hazırlanıyor. En son Cahit Berkay sahnenin arkasına geçmiş, bir yandan ufak ufak demleniyor, bir yandan da enstrümanlarına son bir akord çekiyordu. Yanına uğrayanlar ama rahatsız etmemek için uzak duranlar, derken zaten yalnız gitmişim. Fırsat bu fırsat bir fotoğraf da ben çektireyim dedim. Yanına gittim. Bir fotoğraf çekilebilir miyiz? Tabi dedi. Yanımda kimse olmadığı için elimde makina.. O sırada onların ekipten olduğunu düşündüğüm genç biri var, ben çekeyim dedi. Makinayı aldı ve fotoğrafımızı çekti. 


Asıl hikaye sonra sahnede ortaya çıktı. Moğollar konserine başladı. Keyifle izliyoruz. Bir kaç parça sonra Cahit Berkay şimdi size bir sürprizimiz var dedi. Genç ve yetenekli bir arkadaş bizimle. Sevgili arkadaşım Cem KARACA'nın oğlu, Emrah KARACA. Şarkı söylemesi için onu sahneye çağırıyorum. Dedi ve tahmin ettiğiniz gibi biraz önce fotoğrafı çeken, benim o zaman tanımadığım Emrah KARACA sahneye çıktı. Yani fotoğrafın önü bir hikaye, arkası başka bir hikaye.. :) Dumur olmuştum. Kendime de güldüm. Keşke bilseydim, onunla da çekilirdim dedim bir yandan. Bir yandan da alçakgönüllülüğüne mutlu olmuştum. Babasını taklit etmeye çalışmadan güzelce çıktı, şarkılarını söyledi. Üstelik Moğolların eşliğinde. Herşeyiyle çok keyifliydi. 



3.Fotoğraf ise ertesi gün TRT'nin canlı yayınladığı bir motorsiklet yarışındaydı. Kamp alanı etkinliği olarak öğle saatlerinde isteyen katılımcılarla reklam amaçlı bir Suzuki scooter cup adıyla yarışma yapılıyordu. Herkes Suzuki'nin getirmiş olduğu ufak CC'li scooter'lar ile belirli kısa bir parkurda 2'şerli gruplar halinde eleme usulü yarışıyordu. Yalnız planlamada bir hata yapılmış, daima sağa doğru dönen bir pist vardı. Bu durumda içerde (sağda) başlayan yarışmacı daha kısa yol kat ettiğinden her seferinde birinci geliyordu. Ben de O yarışmaya katılmıştım. TRT'den canlı yayınlandığını da duydum, abimlere vs. haber verdim o anda. Gerçi daha sonra tekrarları olmuş, ben hiç birine denk gelemedim ama sonraki günlerde de izleyip arayan arkadaşlarım olmuştu. Oradaki enstantane de şuydu; yarışta iç kulvarı alan bendim. Yani şanslı ve kazanacağı belli olan. Ama kimsenin iddiası yok sonuçta. Eğlencesine yarışıyoruz. Beraber yarıştığım çocuk da dışardan gittiği için bir çok virajda hız kesmeden yetişmeye çalıştı. Yarışın sonlarına doğru bir çukurda motorun kontrolünü kaybetti ve düştü. Ben zaten öndeydim. Yarışı bitirdim ama finish çizgisinde iner inmez kaskımı çıkarıp rakibime baktım. İyi mi diye.. O sırada kameralar zoomlamış falan. Abim'ler kameralara oynuyorsun falan.. Özellikle yapmadım ama rakibime bişey olmasını istemezdim. Allah'tan olmadı da.. O da öyle güzel bir hatıra oldu. Daha sonra o görüntüleri çok aradım ama malesef hiç bir yerden ulaşamadım. Kendim de izleme fırsatı bulamadım. :(


Sağdaki benim.. Start Noktası... :)

Son olarak artık maceranın sonu.. C.tesi gece yattım çadırda.. Sabaha karşı 5-6 civarı. Hava aydınlanmış ama güneş henüz tam doğmamış. Acayip bir soğuk var. Donmuşum, öyle ki ne uyumak mümkün ne ısınmak. Donmuş aklımla bir de laz fıkrasında oynıyım en iyisi dedim. Uyuyamadığıma ve donduğuma göre kalkıp en iyisi yola koyulayım, yolda ısınırım dedim. Artık hangi akla hizmetse.. Sanırım arabayla geldiğimi sandım. Çünkü normalde arabada yol alırken kaloriferi açarsınız ve ısınırsınız. Motorda ise hareket ettikçe ısınmak bi kenara rüzgarı yiyerek daha da donarsınız. Aynen o şekilde de oldu. Yola çıkmanın ne kadar büyük bir hata olduğunu kısa süre sonra anlamıştım. Ama iş işten geçmişti. İşte böyle bir yolculuktu genel itibariyle yaşadıklarım..


Sabah 6'da dönüş yoluna çıkarken..

Not: Yazmama vesile olan Cem KARACA'nın hayatını anlatan bir programdı ve 5 Nisan doğumgünü vesilesiyle hazırlanmıştı. Yani bugün.. ;)