5 Ocak 2017 Perşembe

Sebep-Sonuç / Etki-Tepki (cause&effect)



Çok sevdiğim Matrix bilim kurgu filminin, kült sahnelerinden biridir bu. Karizmatik ve bir o kadar sinir bozucu küstah tavırlarıyla karşısındakilere ders vererek anlatır Merovingian.  Etki tepki veya sebep-sonuç ilişkilerinden bahseder. Önceleri hayatımın bu kadar merkezinde olduğunu farkında değildim bu olgunun. Zaman içinde anladım ki ben daima bir sebep sonuç arayışı  içindeydim.  Kimi zaman mesleki ihtiyaçtan, kimi zaman kişisel merak, kimi zaman da sadece bir şeyleri düzeltebilmek veya anlayabilmek adına yaptığım bir şeydi bu.
 Mesleki ihtiyaç: çünkü IT Danışmanı olarak çalışıyorum ve kapalı kaynak kodlu yazılımlarla uğraşıyorum. Yani çoğunlukla elimin altında detayda ne yaptığını bilmediğim yazılımlar bulunuyor. Ve benim bunları anlayıp algılayıp bir sorun yaşandığında da çözüp tekrar çalışır hale getirmem gerekiyor. Kısacası işimin büyük bir çoğunluğu bulmaca çözmekle geçiyor.  Bulmacayı çözebilmek için de elimde birkaç tane yöntem var. Bunlardan ilki tabii ki sorunun kaynağını tespit etmek. Yani sebep bulmak. Buradan yola çıkarak sonucuna ve çözümüne gidebiliyorum ancak. Körlemesine yapılacak bir çalışmada Bir başka yöntem ise deneme yanılma yöntemleri kullanmak.  Bunun için de sistemi çok iyi tanıyıp çalışma prensiplerine ait parametrelerle oynayabilmek gerekiyor. Biraz daha açmak gerekirse  Sistem parametrelerinden birini devre dışı bırakıp veya başka bir bileşen ile değiştirip çalışmasını gözlemliyorum.  Konuyu gerçek örneklerle biraz daha somutlaştıralım: örneğin çalışmayan bir bilgisayar var ve siz sebebini bilemiyorsunuz bu durumda atıyorum, ilk önce power supply  yani güç ünitesini değiştiriyorum. Bu bileşen hiçbir değişikliğe yol açmazsa bir sonraki bileşene geçiyorum, Ram'i değiştiriyorum. Bu da çalışma esnasında herhangi bir değişikliğe yol açmazsa cpu, bir şekilde bütün bileşenleri tek tek değiştiriyorum.  Değişen parametrelerden bir tanesi bir noktada bana sebebi veya sorunun kaynağı hakkında bilgi veriyor.  İşte mesleki alanda sıklıkla başvurduğum problem çözme yeteneğimin temel prensiplerinden biri bu sebep-sonuç araştırması veya etki tepki analizi.
 Bu durumu günlük hayatta sosyal ilişkilere de adapte etmek mümkün. Yani birini size yaklaşımı hakkında veya davranışları ile ilgili fikir yürütmek istediğinizde,  neden sonuç veya etki tepki araştırması kolaylıkla yapılabilir .
 Neden bu kadar lafı uzattım veya neden bu konu başlığını seçtiğime gelirsek, bir kızım oldu.  Hayatta bir insana bahşedilebilecek en güzel duygu evlat sahibi olmak. (Allah isteyen herkese versin inşallah.) Yaratana en çok yaklaştığımız an belki de, bir yaratılana vesile olmak. Sorumluluğu da bir o kadar büyük elbette. Doğmasına vesile olmak, doğurmak ile bitmiyor, aksine yeni başlamış oluyor her şey. Tümüyle size bağımlı, her şeyini sizden bekleyen ve sizden alacak bir varlık var karşınızda.   Zaman zaman duygusallığı bir kenara bırakıp sebep-sonuç ilişkisine veya etki tepki analizine başvurman gerekebiliyor.
 Tabii ki burada da elin kolun bağlı sayılmaz. Kullanabileceğin bir takım şablonlar var. Örneğin altı kirlenmiş gaz sıkıştırmış, acıkmış veya uykusu gelmiş olabilir. Bu kriterlerden bir veya bir kaçını peşi sıra anlamlı bir dizi halinde test edebilir veya deneyerek çözümler bilirsin.  Yine de bir çok şey tahmin ettiğinizden daha zor olacaktır.  Çünkü canlı bir varlıkta değişken parametreleri çok çeşitlilik gösterebilir. Bir gün buldum diyerek formülde yerine koyduğun değişkeni ertesi gün kullanamadığını göreceksin.
Konuyu bana hala mucize olarak gelen şu olayı anlatarak tamamlamak istiyorum: bebeğimiz doğum öncesi sürecini tamamladığı halde, 42.haftada doğum sancıları başlamadığı ve artık beklenecek sürenin sonuna gelindiği için sezaryen ile doğmak zorunda kaldı. Hastanede geçen 2 günlük nekahetten sonra eve geldik. Eşim de ben de çok yorulmuştuk, iyi bir uykuya ihtiyacımız vardı. Sağ olsun, ailemiz bize çok destek oldu. Onlar bebekle ilgilenirken biz de dinlenme fırsatı bulduk bir süre. Her taze anne-baba gibi biz de çok acemiydik ve hastanede her sıkıştığımızda çağırdığımız hemşireler yoktu artık. Bebeğin bizden en temel beklentisi, karnını doyurmaktı. Şöyle bir ortam düşünün; yazın ortası, hava oldukça sıcak ve siz en üst kattaki dairede gün boyu güneşin sıcaklığını çekmiş kiremitlerin altında, bebek var diye de kapı baca açamadığınız bir evde, 3 gündür uykusuzsunuz.  Doğum 16 Temmuz günü, yani darbe girişiminin hemen akabinde olmuş, yani ülke zaten karışık, nereye gidiyoruz, tam da akla en sık gelen "bu dünyaya bebek getirmek ??" sorusunun en baskın olacağı zamanlar yaşanıyor.. Evde aileniz yardım edebilmek için hazırda bekliyor ama size sizden başka yardım edebilecek kimse yok aslında. Üstelik içinde bulunduğunuz ahval ve şeraitte, bir de dikiş ve sezaryen'in getirdiği ek külfetler var. Otururken dahi rahat değilsiniz. 
Bebeğe gelince şöyle bir kısır döngüye girmiş durumda. Aç, sıcaktan hızla ve sürekli sıvı kaybediyor. Yeni doğmuş olduğu için üşüyebilir veya yazın da olsa bu sefer terleyip, üşüyüp farkında olmadan hasta etmeyelim diye sarıp sarmalanmış durumda. Uyanıyor, emmek istiyor, ememedikçe feryat figan ağlıyor, ağlamaktan yorgun düşüp tekrar uyuyakalıyor. Doğal olarak bu halsizlik ve gidişat onu iyice güçten düşürdüğü gibi her uyanış, daha aç, daha yorgun, daha sinirli, bizim için de daha gergin ve çaresiz, bir o kadar da üzücü anlara dönüşüyordu. Yani tam bir kısır döngü içine girmiştik.
İlk tespitim ve çözdüğüm sebep sonuç ilişkisi eşimin anneliğini tam ve doğru yaşaması gerekliliği idi. Sezaryen'den dolayı, hareketleri oldukça kısıtlanmış vaziyetteydi ve canı acıyordu. Bizler de yardım edebilmek için bebekle mümkün olduğunca çok ilgilenip, onun sadece emzirmesi için çaba sarf etmesini istiyorduk. Bir süre sonra gördüm ki, bebek ve anne arasındaki tek bağ karın doyurmak olmuş. Yani yardım etmek isterken aslında onlara sürekli kötülük yapıyorduk. Altı değişmiş, gazı çıkarılmış, uyuyup uyanmış, bakımları tam yapılmış bebek her seferinde sadece açlığını gidermek için anne kucağına gidiyordu. Anne bu sefer emzirebilecekmiyim endişesi çekerken, bebek de bu sefer karnım doyacak mı gerginliğinde. Önce eşime ağlamasına rağmen bebeği almayacağımızı, onun kendisinin sakinleştirmesi ve onunla vakit geçirmesi gerektiğini söyledim. Hemen emzirmeye zorlama, kucağında sen sakinleştir. Çünkü bizde sakinleşse bile anneye her geçtiğinde doğal bir refleks ile direk ağlamaya başlıyordu. Diğer yandan eşimin de kendisini o ara daha çok dinlediğini, anneliğin keyifli olabilecek yanlarını pas geçip sadece gerilimli anları yaşadığını fark ettim. Bebek ağladıkça anne ağlıyor, anne ağladıkça bizler dayanamayıp, ikisini de sakinleştirmeye çalışıyorduk. Neyse, bu aşama dediğim gibi ağlasa da süreci anne çözecek yaşayacak, bebeğini sevip okşayacak diyerek bir nebze atlatıldı. Ama sıradaki sorun daha büyüktü. Bebek açtı ve karnını doyuramıyordu. Doyurmak için yapması gerekeni tam olarak bilmediğinden veya beceremediğinden ağlama krizine girip, kendini de çıkılmaz bir döngüye sürüklüyordu yine. Hayatımın en kötü kaç saatimi geçirdiğimi bilmiyorum. Ama son nokta şuydu: bebek artık dürtsek de uyanmıyordu. İşte o an gerçekten korktum. Ağlaması, çaresizlik zaten yeterince kötüydü.. peki derdini anlatmak için bile olsa ağlamaması? Bu arada ağlamak demişken en önemli bilgiyi atladım. Bebek eve geldiğimizden beri ağlamaktan sesi iyice kısıldığı için sadece hırıltılı bir fısıltı çıkarabiliyordu, avaz avaz ağladığı halde. Yani ağlamasında sinirimizi bozan sesin çokluğu değil, bebeğimizin sessiz çığlıklarıydı.

Derin'in Sessiz ağlaması

Uyanmadığını gördüğümde gerçekten korktum. Artık iyiden iyiye acile gitmeyi, tıbbi yardım almayı düşünür olmuştuk hep beraber. Evdeki ilk günümüzde tüm sınavlardan sınıfta kalmıştık. Bir anda Allah yüzümüze güldü. Aklıma bir fikir geldi. Sebep-sonuç, sebep-sonuç.. bebek her anne kucağına gittiğinde daha emmeyi denemeden ağlamaya başlıyordu. Meme burnunun ucunda, süt var, uzansa tüm sorunlar çözülecek ama ağlamaktan yapmıyor, yapamıyor. (uzansa derken, memeyi ağzına da soksan fark etmiyor tabiki, emmedikten sonra mütemadiyen ağlamaya devam)  Hastanede çok açlık anlarında ara ara 1 öğün şırınga ile mama vermişlerdi. Biz de ne olur ne olmaz diyerek bir kutu mama almıştık eve ilk gecemizde. Yine de ilk günden ve direk mama ile devam etmek istemiyorduk. Şırınga ile bebeği kandırmayı düşündüm. Memeye gittiğinde süt anında gelmediğinden ağlamaya başlıyor, sonra da bir daha denemiyordu. Ağzının kenarından şırınga ile azar azar mama verdim o emmeye çalışırken. Önce her zamanki gibi feryadı kopardı. Sonra baktı bişeyler geliyo, bi an durdu.. Sonra emmeye çalıştı, sonra tekrar ağladığında tekrar kandırdım. Öyle öyle iyi kötü karnını doyurmaya başladı. Hepimiz derin bir Ohhh çektik sonunda. Gece 12'ye geliyordu artık. Herkes bitmiş durumdaydı. Ama bebeğin artık beslenebildiği, sakinleştiği görülünce rahatlamıştık. Daha sonra tekrar hastaneye gittiğimizde bu yöntemin aslında hemşireler tarafından bilindiği ve uygulandığını da gördük. Ama bize anlatılmamıştı. Keşke hastanede bu gibi tüyolar verilmiş olsaydı. Bir ihtimal her bebeğin kendine has hal ve tavırları olduğu için ona göre taktik kullandıklarından, bir ihtimal de asıl emzirme eğitimi verecek hemşirenin yıllık izinde olmasından kaynaklı biz bu bilgiden mahrum kalmıştık.   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder