17 Temmuz 2021 Cumartesi

Bir garip Pandemi, Bir garip 42

 Haydi bismillah... Elime kalem almayalı zaten epey olmuştu. Şimdi bakıyorum, klavye ile böyle uzun bişeyler yazmayalı da çok olmuş. Özlüyorum herhalde. Edebi eserler çıkmasa da içinden, yazmak hoşuma gidiyor. Aslında yazdıkça kendimi buluyorum kendi yazılarımda. Demek sadece okumakla öğrenmiyor insan. Yazarak da üstelik, en bilinmeze, yani kendine yolculuk yapıveriyor. Keşke herkes yapabilse, herkes kendini böyle kolay bulabilse. Her neyse. 42 yaşına giriyorum. Türkiye saatiyle dersek 2 saat kadar önce girdim. Şu anda Almanya'dayım. 3 dakika içinde burada da doğumgünüme girmiş olucam. Almanya'da bir başımayım. Tam 1 sene önce geldim. Tam 1 senedir de buralardayım. Sadece bunun için ayrı bir yazı yazmak lazım aslında. Kim bilir. Belki de yazarım. Ama ben doğumgünüme döneyim. Bu akşam mesai bitiminde, pandemi yüzünden çoğunlukla evden çalıştığım için evden çıkıp markete gidiyordum. Yolsa biraz düşündüm. Bu gece saat 12'yi geçtiğinde doğumgünüm olacak, yarın doğumgünüm. Dediğim gibi, geçen sene de doğumgünümü Almanya'da ve yalnız kutlamıştım. Kutlama da diyemeyiz tabiki. Doğumgünüm öyle geçmişti. Ama ben markete doğru yürürken eskiye, çooook daha eskiye gittim. Doğduğum güne. Ne alaka? Tabiki doğduğum günü hatırlamıyorum. Sadece birinci ağızdan anlatıldığı kadar bilgim var. Yani annemden. Bu da enteresan bir hikayedir benim için. Kaç kişinin böyle bir doğumgünü hikayesi olur ve kaç kişinin annesi bu dürüstlükte, bu açıklıkta evladına itiraf edebilir olan biteni. Belki de kafamı kesseniz doğruyu söyleme veya en azından doğru bildiğini yapma çabam oradan geliyor. Kim bilir. Abimle aramda 4 yaş var. Yine kaderin cilvesine bakın ki, 4 yıl aradan sonra 1 gün arayla doğmuşuz. 4 Kasım Okay, 5 Kasım benim doğumgünüm. Bir nevi ikiz sayılırız, 4 yıl arayla :) Sadece ben çok ağırdan almışım. Neyse saçmalamıyım ama günler gerçek. İlk çocuğu erkek olduktan sonra 2.kız olsun istiyorlar haliyle. O zamanlar MR-ultrason yaygın mı bilmiyorum. Varsa bile bakılmıyor. Doğuma kadar herkes sürpriz olarak bekliyor kapıda. Doğmuşum, hemşire erkek demiş. Kundaklayıp vermişler annemin kucağına tabi. Kendini nasıl inandırdıysa, ne kadar kız beklediyse, hakim olamamış nefsine. Doğum heyecanı, beklentiler, hayaller derken küsmüş bana. Kundaklı kucağındaki bebeğe bakmamış. Başını başka tarafa çevirmiş inadından. Ne kadar sonra ve ne şekilde bilmiyorum ama sonunda bakmış tabi bana. Bakınca gülümsemişim. O zaman çok üzülmüş tabi. Ben yavrumu nasıl dışlarım diye. Sonra da bağrına basmış tabiki. Öyle uzun vadeli dram beklediyseniz hepi topu bu. Normal bir anne evladına ne kadar küsebilir, ne kadar ayrı kalabilir. Muhtemelen saniyeler sürdü belki hayal kırıklığı, sonraki pişmanlığı ile anlatırken dakikalar gibi anlatsa da mutlu son olması tabiki çok sevindirir beni. Sonra da küçükken beni hep çirkin ördek yavrusu diye sevdi. Masalı, hikayeyi tam bilmesem de benim için çok sevgi dolu bir sözcüktü. Oysa gerçek hikayede yavruların karıştığı, kardeşlerine hiç benzemediği için çirkin ördek yavrusu diye sevilen masal kahramanı, sonunda kuğu olup çıkınca durum anlaşılıyordu. Kendi gibi kuğuları görünce onlara katılıp, o da kendi yuvasını kuruyordu sonunda yanlış hatırlamıyorsam. Yok buradan da herhangi bir gizli anlam veya enteresan bir hikaye geçişi yok. Aile içinde biz bunun şakasını yapsak da aksini gösteren resmi bir delile rastlanmamıştır efendim. Zaten kuğu olmadığım da ortada. :) 

O kadar yazdım hala 42 yaş değerlendirmesine giremedim. Efendim neresinden tutayım bilmiyorum ki. Şu son 1 yılda yaşadığım değişikliği ömrü hayatımda yaşamadım. Öyle bir U dönüşü. Zaman zaman kendime de sormuyor değilim. Bir orta yaş sendromu mu acaba? İyi de ben kendimi orta yaşta hissetmiyorum ki. Valla kusura bakmayın. Büyümedim, büyüyemiyorum. En son 40 yaş yazısını yazmışım. Onu okudum bu yazıya başlamadan önce. O zaman bişeyler yapmaya ne kadar hevesliysem, şimdi de o kadar hevesliyim. 42 yaşında adamın yapacağı şey mi bunlar? Eskiden derdim ki, aman evlendim artık yerleşik hayata geçildi, hele hele çocuk oldu artık istesem de yurtdışına gidemem. Bal gibi de oluyormuş işte. İsteyince 20sinde, 30unda, 40ında diye bişey yok. Motivasyonun ne? Hedefin ne? Benim motivasyonum, kızımın ingilizce ve almancayı ana dili gibi öğrenmesi, geleceğinin garantili ve mutlu olması. Türkiye'de iş yok veya şartlar giderek zorlaşıyor, Avrupa'da iş çok, şartlar da görece olarak daha iyi. Bu ve bunun gibi bir çok nedenle rotayı buraya çevirdim. Sağolsun eşim de kendi çok istekli olmasa da isteğime en azından razı oldu. Kalktım geldim. Hangi çerçeveden bakarsam bakayım bana 42 yaşın kattıklarından çok yurtdışına çıkmış olmaktan bahsederim size. İşin kadersel ve çok değişik bir boyutu var. Bölünmüş, 2 ayrı ülkede 2 kişilikli zaman zaman rotasını kaybeden, daima çok zorlanan ama yılmayan, elinden geleni yapan bir yıl. Bir yandan olaya bak, masalsı derken pandemiyle korku romanına da dönüşen bir garip hikaye oldu bu bir yıl. 2020'ye 2 ay kala, kalktım geldim Almanya'ya. Öyle arkamda büyük bir destek, içimde sonsuz huzur ve mutlulukla da değil. 41 yıl önce başta anlattığım hikayede beni hayatta en çok seven kadın nasıl yüz çevirdiyse aynen öyle. Sıfırdan başlamaksa herşeye, sıfırdan başladım işte yeniden. Ama bu sefer beni hayatta en çok seven bir değil, iki kişi vardı. İkisini de yüz üstü bırakamazdım. Şimdilerde yeter artık. Ayrılığın ne olduğunu anladım, çok da iyi anladım ve bunu artık istemiyorum'u farklı şekillerde yine isyan etmeden bir şekilde dile getiren sevgili kızım en büyük destekçim oldu. Öyle ki hiç bir ayrılığımızda sormadı, sorgulamadı, durumu zorlaştırmadı. Aksine hep güldü, bana kalpler öpücükler yolladı giderken. Son ayrılığımızda gülecek hali yoktu, bari babama göstermiyim diye yüzünü, gözyaşını gizledi benden. Canım kızım. Seni çok seviyorum. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder